'İç dünyamızın yapısı olan ' DNA ' lar için " Bir... iki... SES KONTROLl!... "
Yüksek Frekans ve titreşimler vücudumuzun sağlıklı çalışması demektir.Dili ve sözcükleri kullanarak bedenimizin düşünce yoluyla programlanabilir olduğu çağlardır biliniyordu.
Buddha gibi pek çok bilge, bunu yaparken bedene uygun en doğru frekansı bulmanın elzem olduğunu söylemişler ve bunlara “mantra” adını vermişlerdi.
Mantra’nın anlamı: ‘man’ Hintçede düşünmek demek, ‘tra’da korumak kurtarmak demektir; zihni boşaltmak...
Yani kişiyi düşünce kirliliğinden kurtararak, zihinsel sessizlik yaratıp, derinleştirir.Bu sayede üst bilince, ruhumuzun sesine açık hale geliriz.
Mantraların evreni oluşturan enerjinin değişik titreşimlerinin tınılarına dayanan ana hücreler olduğu kabul edilir.
Gayatri Mantra’sı ‘Om’, ‘Bhur’, ‘Bhuvan’, ‘Suvaha’ heceleriyle başlar. ‘Om’, daha hiçbir şey yokken var olan ses, Pranava’dır. ‘Bhur’, maddi dünya olan Bhuloka’yı temsil eder. ‘Bhuvah’ zihinle (titreşim) ilgilidir
Tüm mantralarda kutsal ses:’Om’ ; Aa-Vu-Ma ana seslerinin bir kombinasyonudur.
Hindular tarafından okunan ‘Gayatri Mantra’ daki her ses ,eski bilgeler tarafından farklı bir tür enerji ile yüklenmiştir.
Dualar da mantralar gibidir...Her ikisi de DNA mızı etkiler.Muhtemelen bu eski Mısırlılar , Sümerler , Veda toplumlar ve diğerleri tarafından da biliniyordu.
Hindular, Budistler ve birçok Batılı, çok bilinen “Om” veya Sufi sözcüğü “Hu” yu söyleyerek beden – zihni armonize eder.
Ve muhtemelen Gregoryen ilahiler , Solfej frekansları da aynı amaca hizmet eder.
Tarihi kaynaklar, insanoğlunun bin yıllardır ayinlerde, toplu eğlencelerde, arayışlarında, evrenle bütünleşmek isterken ya da Tanrı´ya yakarırken bazı kelimeleri tekrar ederek kullandığını gösteriyor.
İlginç olan ise Hindistan'da, Güney Amerika'da ya da Endonezya'da, birbirleri ile iletişim imkanı bulunmayan bu insanların çok benzer sesleri kullanmış olmaları….
Bu da insanoğlunun her zaman belli frekansların gücünü hissettiğini, kendi kültürlerinin yaşamı algılayış biçimlerine ve konuştukları dile göre bu frekansları farklı şekillerde kullandıklarına işaret ediyor.
Sonuçta ise bu kadim bilgiler bize, dünyanın ve evrenin ritmiyle bir gitmemizi söylüyor. Çünkü ritim evrenin doğasında var ve her şey kendi kalp atışında hareket ediyor. Elektronların mikro yörüngelerinden, gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin makro yörüngelerine kadar.
Rus bilim insanlarının yaptığı araştırmalarla İnsan DNA’sının internete göre pek çok yönden çok daha gelişmiş bir potansiyele sahip olduğunu gösterdiler
Bu bilimsel araştırma, öngörü, sezgi, şifa, kendi kendine şifa, insanlardaki sıra dışı ışık ve auralar, zihnin hava durumları üzerindeki etkisi gibi kendiliğinden ve uzaktan gerçekleşen fenomenleri ve çok daha fazlasını doğrudan açıklamanın önünü açıyor.
Hatta bu sayede DNA’yı hiçbir şekilde kesmeden ve genlerin yeri değiştirilmeden, sadece kelimeler kullanılarak etkilenebildiği ve yeniden programlanabildiği yepyeni bir tıp türü daha ortaya çıkıyor.
Adı “Dalga Genetiği”…
Rus biyofizikçi ve moleküler biyolog Pjotr Garjajev ve meslektaşları DNA’nın titreşimsel davranışlarını da araştırdılar.
Sonuç şuydu:
“Canlı kromozomlar tıpkı solitonik-holografik bilgisayarlar gibi fonksiyon görüyorlar”dı.
Yani; belirli bazı frekans modellerini bir lazer ışınıyla ayarladılar ve bununla da DNA frekansını, yani genetik bilginin kendisini etkilemeyi başardılar. DNA-alkalin çiftlerinin dili, dillerin temel yapısıyla aynı olduğu için artık DNA’nın şifre çözümü gerekli değildi.
Yani sadece insan diline ait kelime ve cümleler kullanılarak DNA yapısı değiştirilebiliyor!
Radyo dalgaları ve ışık frekanslarını kullanarak hücre metabolizmasını etkileyebilen araçlarla genetik bozuklukları da onarmayı başaran Garjajevâ’nın araştırma ekibi, x ışınları tarafından tahribe uğrayan kromozomların onarılabileceğini de tüm dünyaya göstermiş oldu.
Hatta belirli DNA örneklerini, bir diğerine aktararak, hücreleri başka bir genoma yeniden programladılar.
Sadece DNA bilgi örneklerini aktararak, kurbağa embriyolarını semender embriyolarına dönüştürdüler.
Garjajev’in bu dilbilimsel kodlama ile geliştirdiği yöntemle yaratılan yeni nesil lazer tedavisi, Avrupa’da ki birçok akademik hastanede kullanılmaya başlandı bile.
Özellikle cilt kanserinin tedavisinde en ufak bir leke bırakmadan tümörün yok edilmesi mümkün kılınıyor.
Bu tür çalışmalar yapan bir başka bilim insanı ise Fritz-Albert Popp. Popp uzun yıllar insan vücudunun yaydığı ışık oranı üzerine araştırmalar yapmış ve bu çalışmalardan önemli veriler elde etmiştir.
Bu elde ettiği veriler ise DNA’nın ahenkli dalgalar yaydığını ispatlıyor.
Garjajev’in bulguları ise bir adım ötede olup, DNA’nın sadece verici değil aynı zamanda alıcı da olduğunu kanıtladı.
Deneyin ilerleyen kısımlarında, hücreleri tekrar programlayarak farklı türlerin embriyoları arasında bilgi aktarımı gerçekleştirilmiştir.
Kısacası aslında sadece ses frekansıyla ve ışığın titreşimi kullanılarak genetik yapıda muazzam bir değişiklik yapılabileceği deneysel olarak kanıtlandı.
Ve DNA’nın keşfinden beridir ne olduğu bilinmeyen çöp DNA’da suskunluğunu bozmuş oldu.
Tüm bunlar sadece vibrasyon ve lisan kullanılarak yapıldı.
Aristoteles dahi müziğin insanın kişiliği üzerinde olumlu,olumsuz etkileme gücüne dikkati çekmiş.
Tasavvufta musiki Allah'ın lisanıdır ve içinde sırlar vardır.
Spiritüel öğretmenler bedenlerimizin kelime,düşünce,ses ve titreşimlerden etkilendiğini ve tekrar programlanabildiğini asırlardır bilir ve söylerler ancak bunun bilimsel olarak ta ispat edilmesi yolumuza daha da somut bir ışık tutmakta.
Müziğin bu yol ile bizi nasıl etkileyebildiği ortadadır.
Müziğin DNA kayıtlarımızı daha rahat açabilmemize yardımcı olduğunu kanıtladı bilim adamları, o yüzden mümkün olduğunca çeşitli melodiler seçmek ve farklı tınılarda gezinmek, belki de bir sürü kitap okumaya bedel olmaktadır.
Ses terapisi "DNA terapisi" ile vücudun genetik yapısı ile sohbet edilmektedir.
Kan dolaşımında veya nefes alma sürecindeki değişikliklere sebep olmaktadır müzik
Ve nefesinizi değiştirdiğinizde, yaşamınız Değişir. Nefesiniz değiştiğinde bütün hücrelerimizin DNA sı değişir.
Bunlara ek olarak, kadim medeniyetlerden günümüze kadar gelmiş olan okült öğretilerle, nefesin değiştirici ve dönüştürücü sihirli gücünün kullanımı DNA mızı değiştiriyor.
Kuantum Fiziğinin şimdi kanıtladığı gibi, nefesinizi değiştirdiğinizde hücrelerinizin atom altı boyutundaki bilgilerini değiştirebilir ve buna bağlı olarak mevcut olan ve olmayan her şeyi değiştirebilirsiniz.
Şimdi biz biliyoruz ki, internette olduğu gibi, DNA’mız networke (şebekeye) kendi doğru verisini besleyebilir, networkden bilgi çağırabilir ve networkteki diğer katılımcılar ile temas kurabilir. Uzaktan şifa, telepati veya “uzaktan duyu/hissetme” ve buna benzer durumlar böylece açıklanabilir.
Japon mikrobiyolojiciler hücre çekirdeğindeki DNA’ların biyofotonlar sayesinde haberleştikleri teorisini geliştirdiler.
Biyofotonlar, DNA’nın ışıması ile oluşan parçacıklardır ve beyin dalgalarıyla yönlenerek hareket edebilirler. Yani bedensel kodlarınızın ışımasını zihninizden çıkan titreşimlerle birleştirirsiniz. Bu sırada siz taşıyıcılık görevi yapar ve evrende serbest halde bulunan bir enerjiyi hedeflediğiniz yere gönderirsiniz.
Şamanlar psişik yetenekleri en gelişmiş medyumlardır. Yaptıkları çalışmalarla ve kullandıkları yöntemler nedeniyle şamanların beyinleri biyofotonları algılayacak düzeyde hassaslaşır. Meditasyonlar sırasında beyinden çıkan biyofotonların hızının 1000 kata kadar arttığı tespit edilmiştir. Kişilerin düşünceleri bedenden yayılan bir manyetik alan yaratır ve şamanlar bu alanı hissedip okuyabilirler…
Vücuttaki yüz milyarlarca hücrenin yayınladığı biyofotonların her insanın vücudunu çepeçevre saran bir biyoenerji alanı (aura) oluşturduğu ispat edildi, hatta Amerikalı bir fotoğrafçı bu biyoenerji alanının fotoğrafını çekmeyi
başardı.
Araştırmaların yoğunlaşması sayesinde, herkesin kafasının çevresinde daha geniş bir biyoalan tespit edildi ve buna da zihinsel alan (mental field) dendi.
İnsan beynini oluşturan 100 milyar sinir hücresinin bu zihinsel alan sayesinde hem dış dünyayla ve hem de kendi iç devreleri ile haberleştiği ve yine bu
sayede bir bilince kavuştuğu hipotezi öne sürüldü.
Sonra tüm beyin hücrelerinin ortak bir entegre enerji alanı içinde hızlı bir haberleşme gerçekleştirdikleri tespit edildi, bu enerjinin matematiksel değerleri bile hesaplandı. (50-100 Hertz gibi...)
Araştırmacılara göre Grup bilinçliliğini geliştirmiş bir insanlık, ne çevresel sorunlara sahip olur ne de enerji kıtlığına. Çünkü, zihinsel gücünü birleşik bir uygarlık olarak kullanırsa, doğal bir sonuç olarak kendi yuvası olan gezegenin enerjilerinin kontrolüne sahip olur.
Ve insanlık yeni bir tür grup bilinçliliğine doğru kollektif olarak ilerleyebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder