8 Haziran 2018 Cuma

Ruh ve Sufilik.



 

Sufi irfanına göre tüm yaradılış, ilahi perdelerin kaldınlmasının bir oyunudur. Sufi psikolojisi bir psikokozmolojidir. 

Dünyanın bir dil olarak belirdiği bu tasavvur, iç dünyanın şifrelerini çözerken dış dünyanın şifre çözümünden yararlanır. Sufi psikolojisiyle kozmoloji arasında yakın bağ insana varoluşun kozmik boyutlarını anlama fırsatı verir. Üstad Hüseyin Nasr bu konuda şöyle der: "Kozmik irtibat, psişenin içsel yapısını nesnelleştirir ve böylece ruhu kendi düğümlerinden kurtarır, onun karanlık bölgelerini aydnlatır." 

Ruhun kendi merkezine doğru yolculuğunda, yolcu, manevi yola döşeli tuzakları, yanılsamalan görür ve önlemini alır. İnfemo' ya düşüşle ruh, ölümcül ve karanlık derinliklerde kayıp unsurları yeniden bulur. Bu keşif, "cennet' e" yükselebilmek için gereklidir. "Ölmeden evvel ölün" öğüdü, insanı arzular tutsaklığından kurtarıp manevi dünyada yeniden dirilmeye çağırır. Geleneksel psiko]oji 2 temel boyutta işlev gösterir nefsi ve modalitelerini varoluş katları hiyerarşisine yerleştiren bir kozmoloji ve manevi hedefe yönelik bir etik Kozmoloji, bir anlamda nefsi çerçeveler, manevi ahlak ise nefsin derinliklerine iner. Kainat kişinin kendi farkındalığını arttlran ve nihai benliğe ulaşma yolunda kişinin elinden tutan bir yardımcıdır. Bu yönüyle tasavvuf, insanla alem arasındaki savaşın düğümünü çözme, insanı alem içinde huzursuz eden derin sebepleri bulduktan sonra, onu bir iç muhasebe ve murakabe (kontrol) ile yavaş yavaş bu sebeplerden uzaklaştırma, ona kendi iç hakikatını buldurma, başka bir tabirle, onu alemden ayrıldıktan sonra (uruc) tekrar döndürme (nüzul) yoludur. 

Sufilere göre, insan bir "alem-i sagir"dir, mikrokozmosdur, "zübde-i alem" dir. Akıl bizi gizli güçlerimizi gerçekleşmeye yönlendirir, hayatın temel amacını belirlememize yardım eder, ancak varoluşsal sorunumuzu tek başına çözemez. Bu anlamda entellekt ve gerçek benlik, akıl ve sezgi, Ben ve Ben olmayan arasında bir zıtlık vardır. Bir farkındalık durumuna eriştiğimiz zaman, sezgisel olarak biliriz ki olduğumuz şey, olabileceğimiz şey değildir. Daha derin bir güvenlik alanının varlığına dair fikirlerimiz vardır ancakbildik örtüler bizi oraya ulaşmaktan alıkoyar.

Günübirlik toplumsal hayattan beslenen bir ego, içsel sesi kolaylıkla boğup evrensel bir benliğin gelişimini ketleyebilir. İşte bu aşamada, sufilerin mesleği gerçek benliğe ulaşma, "insanı-kamil" olma yolculuğundan ibarettir, bu yoldan alıkoyan zihinsel bloklar, engeller ve örtüler aşıldığında, kişi kainatın aynası olacaktır. Psikokosmoloji (tarih süreci içinde psikoloji) çerçevesi içinde tasavvuf, kadim bir simya geleneği, bir yeniden doğuş, kişinin doğallığını yeniden kazanması, otomasyon bir çıkıştır. Yani, çok gerçekli bir dünyada mutlak gerçeğin HAKİKAT'in, kişinin kendi içinde bir kazı işlemiyle açığa çıkarılmasıdır. 

İnsan,en güzel bir biçimde yaratılmıştır (Ahsen-i takvim). Ancak daha sonra ilahi Prototipinden (ilk örnek) ayrıldı ve uzaklaştı, aşağıların aşağısı (esfeles safilin) oldu. İnsan bu bakımdan içinde hem bir mükemmellik ilkesi barındırır, hem de kopuşla birlikte başlayabilecek bir bozulma. Sufiler, tüm tarihsel değişim ve dönüşümlere karşın insan tabiatının bu iki nokta arasında bir sarkaç gibi salındığını düşünürler. 

İnsan ebedi olanı, ölümsüzlüğü arar. Kendisini aşmak, mükemmele doğru değişmek-dönüşmek ister. İnsan bu gerilim hattında bulunduğu yani bu dünyada yaşadığı ancak yinede onu aşmak istediği için bir arayışa koyulur. Yolcunun iki ödevi vardır: 1 -Şimdiki durumun erimesi, yokedilmesi (FENA) 2-Yeniden bütünleşme (BEKA). Bilinen benlik fena-fillah süreci ile feshedilir ve beka ile kozmik benliğe yeniden doğulur. Fena entellektten BEN'DEN KURTULUŞ; BEKA "BEN OLMA SÜRECİ"ne varlığın saklı yanlarına bir ışık tutma halidir. Yani, bu durum ontogenesis ile transmutasyonun araştrılması ile mümkündür, salt meditasyon ile bu noktaya ulaşılmnaz. Pratik anlamı ile bilinci kurgu, yalan ve idollerden, kalbi hırs, arzu, kıskançlık, öfkeden temizlemektir. Ancak, eğer sufi, TANRI' dan bu değişim süreci için umudunu kesmez ve kendisini tamamiyle ona terk etmezse tüm uğraşların pek değeri yoktur. 

Muhammed (S.A.V.) şöyle demiştir: "eğer, tanrıya, gerektiği kadar güveniniz varsa o sizi besler, tıpkı sabahlan aç çıkan ve akşamları doymuş dönen kuşları beslediği gibi". Bu inançlı kendini terk ediş (tevekkül) sufinin kalbinde doğan korkuları, TANRI' nm affı haline getirebilecek niteliktedir. Bu, inanarak kendini terk ediş insanı tatmin olmaya götürürken (rida), işe, onu TANRI'ya bağlayan manevi duyguyu paylaştırmakla başlar, sonra, onu daha yüksek bir duyguya TANRI aşkı duygusuna yüceltir. 

Kuran' da şöyle bir ifade vadır: " Allah dilediğine hidayet verir". 

Dolayısıyla Tanrı inançsız tekamül olmaz. 

Kabbalistlere göre de ideal insan, içinde Tanrının verdiği niteliklerin seyredebileceği ayna haline gelen "Adam Kadmon" gibi bir insandır. Muhammed (s.a.v.) şöyle bile demiştir: "Beni görmüş olan, Allah' ı görmüş demektir." Hz. İsa ise, "Baba bende, ben Babadayım" buyurmuştur. 

İşte, Tann aşkını bilen aşık/maşuk, sevile/seven terimleri içinde ifade edilebilir ve hedef sevilenle bir yakınlık (kurb) hali olarak belirlenir. Buna Budizm' de "Bahhti yolu" denir. Sevgi, muhabbet yoludur. Bir de budizmin "Jyana yolu" dediği irfan (marifetullah) yolu vardır. Kısaca değinirsek, yola koyulan yolcu arzu nesnesini bilir ve onunla birleşmek, ona kavuşmak için yoğunlaşır. Burada, iç sorgulama ve iç gözlem (muhasebe ve murakabe) kişiyi nefs-i emmare'nin tuzaklarından koruyucu bir işlev üstlenir. Sürekli bir iç savaş sözkonusudur. Bu savaş sanatları bizi doğrudan değiştirir, zihni bilgeliğe yönlendirir ve varoluşun çeşitli katmanlarında yeniden doğdurur ve yükseltir. Böylece sufiler bilincin perdelerini bir bir kaldırır ve nihai hedefe ulaşırlar:"Hiçliğe". Bilinç dışının açığa çıkarılmasıyla Sufi bilgiye doğrudan ulaşmış olur. Artan içgörü hayat süreci ile ilgili daha derin bir bilgiyi sağlar. Ardışık bir dizi içgörü, şimşek çakması gibi zihinleri aydınlatır ve görüş mesafesini arttırır. Evrensel güven ortaya çıktığında kafa karışıklığı, düşler ve kuşkular tamamen yok olur. Aydınlanmış olanlar, sezgi ve ilhamın üzerini örten şeyleri, kelime ve düşünceleri bir kenara atarlar. Kal' den Hal' e, sözden yaşantıya geçiş gerçekleştiğinde Mevlana, bu durumu şöyle dile getirir: "Ruh karanlık içindeyse yolunu bulmak için aklın aydınlığına ihtiyaç duyar, fakat ruh aydınlanmazsa kimse aklın kandilini aramaz......" 

.......Gerek manevi simya, gerek kozmoloji, gerek diğer gizli (okült) ilimlere eğilim gösteren sufist düşünürler, herhangi bir şekilde hermetizmden etkilenmişler, ve bu etkilenmeyi de eserlerinde yansıtmışlardır. Hermetik kozmoloji dokrtrinine göre, kosmos, hayatlar ile doludur. Onun içinde cansız olmayan hiçbirşey yoktur. Onun hiçbir parçası asla ölmez. Ancak sadece dönüşüm vardır. insan veya hayvanın öldüğünü söylemek hatadır. Onlar sadece çözülme ise, ölüm değil bilakis hayatın yenilenmesidir. Yani daha geniş bir ifade ile, her kişinin makamı bilgisi ve gönlünün saf ve temiz oluşu miktarıncadır. 

Her kim vücut denen bu kalıpta iken bilgi ve gönül temizliğini yüksek derecede sağlarsa, mertebesi de o nisbette yüksek olur. O kişinin ruhunun reenkarne olacağı yıldız da buna göre tesbit olunur. Aksi takdirde her kim ulvi alemin akıl ve nefsleri ile ilişki kuramamışsa, o kimse hermetik ay yıldızın etkisi altında kalır ki burası cehennemdir, yani ateştir. Her kimin aklı yıldızlarda ise döneceği yer yıldızlar olacaktır. Geriye kalanları buna göre kıyaslayınız. Zira, kosmostaki herşey hareket halindedir. Nerede hareket varsa orada hayat vardır. Hayat bir organizmadan diğerine yer değiştirir. Her canlı organizma, vücut, hayati nefs ve ruhtan meydana gelir. Ve üç birleşen parçadan herbiri ölümsüzdür. Hennetizme göre kosmosda boşluk dahi yoktur. Tanrı ile çok sıkı bir irtibat vardır. Tarırı ise hareketsiz ve sakindir. Fakat hareket ettirici bir niteliği vardır. Tanri boşluktan çok öte bir kavramdır. Hennes' e (Thoth) göre, Tanrı insanı iki cevherden meydana getirmiştir, biri ilahi diğeri ölümlü, işte sufi bu ilahi olanı arar. 

Bu noktada İslam simyası, alem-i sagir ile alem-i kebirin (insan ile alemin) ilişkisine dayanan bir ilmi nefsdir. Ana konusu ruh, ve amacı ruhun dönüşümü olan manevi simya ile özellikle değişik metallerle uğraşan zanaatkarlar ve lonca esnafının simyası birbirinden ayırd edilmelidir. 

Manevi simyada amaç, ruhun tekamülünün sağlanması, (catharsis) yani saflaşmasıdır. Yani yaşamsal bedenin tine dönüşmesidir. Tine dönüşen insan, beraberinde yaşam erkini de elde eder. Tinselleşmiş olanı tinsel yeteneği olanlar anlayabilir. Buna sufizmde "erenlerin kalb gözü" adı verilir. Kalb, erdem sahibi olmakla, tefekkürle ve tanrıyı zikretmekle uyanır, keskinleşir. Kalb ilahi bilgi ve aşkın tahtıdır. Gazali şöyle der: "Kalb parıldayan bir ayna gibidir. Sıkıntılı işler o aynayı bir duman gibi kaplar ve gerçek benliğini göremez olursun. Evrensel gerçeklik yani Tanrının görüntüsü ile arana bir perde iner." 

Yada F. Attar'ın dediği gibi: 

Senin için kuşların dilini bir bir saydım. 
Ey bilgiden yoksun kişi anla bunları. 
Aşıklar arasında özgür olanlar bu kuşlardır. 
O kuşlardır, ölüm anından önce kafesten kurtulmuşlardır 
Her birinin başka bir şekli ve tasviri vardır. 
Simurgdan önce iksiri, 
Ancak tüm kuşların dilini bilen kiş yapabilir... 


------------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder